Association of World Citizens Başkanı Rene Wadlow’un Görüşü
CENEVRE (IDN) – Türk askeri birliklerinin Türkiye ve kuzeybatı Suriye sınırındaki “güvenli bölge” adını verdikleri alana girmeleri ve özellikle Türkiye’nin desteklediği Suriyeli milislerin eylemleri uluslararası insancıl hukuk konusunu oldukça öne çıkardı. Tüm ülkelerin düzenli askeri personelleri teorik açıdan 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1977’de kabul edilen Ek Protokolü kuralları hakkında bilgilendirilmiştir.
1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri hazırlanıp kabul edildiğinde savaş tutukluları ve sivillerin korunması hakkındaki kuralları oldukça fazla ayrıntıyla belirtmek mümkündü; özellikle Ortak 3. Madde (her dört Sözleşmeye göre hazırlandığı için böyle adlandırılmaktadır) şunu belirtmektedir: “çatışma Taraflarının asgari düzeyde şu hükümleri uygulaması gerekir; ihtilaflarda aktif şekilde yer almayan kişiler…hiçbir durumda ırk, renk, din veya itikat, cinsiyet, doğum veya servet veya bunlara benzer kıstaslara dayanarak fark gözetmeksizin insani muamele görecektir.”
Ortak 3. Maddenin önemi azımsanmamalıdır. Bir çatışmanın tüm taraflarının uyması gereken önemli koruma şartlarını açık bir şekilde belirtmektedir. İlave koruma için gerekli ihtiyacı karşılamak üzere uluslararası insani hukuk sadece uluslararası silahlı çatışmaları kapsamanın ötesinde ülkelerin sınırları dahilindeki silahlı çatışmaları kapsayacak şekilde gelişmiştir. Günümüzde, uluslararası insancıl hakları standartları da uluslararası insani hukukun parçası kabul edilir ve bu nedenle kadınlar, çocuklar ve azınlıklar gibi savunmasız gruplara ek koruma sunmaktadır.
Ülkelerin kendi sınırları dahilindeki şiddet ve ihtilaf durumları arttıkça, silahlı milisler gibi devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen ihlaller kaygıları artırmaktadır. Uluslararası insani hukukun temel standartları insanları tüm durumlarda etkin şekilde korumayı temin etmektir. Bu standartlar açık bir şekilde belirtilmiştir. (1)
Uluslararası insani hukukun etkinliği konusunda iki esas zayıf nokta bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, insanların çoğunun bu hukukun varlığından habersiz olması ve bu normlara uymaları gerektiğini bilmemesidir. Böylece, daha fazla tanıtıcı etkinlikler, genel eğitim, özel askeri eğitim, silahlı milislere ulaşma ve geniş yelpazedeki sivil toplum örgütleriyle iş birliği oldukça önemli bir role sahiptir.
İkinci zayıf nokta ise uluslararası insancıl hukuk ihlallerinin nadiren cezalandırılmasıdır. Devletler genellikle bu ihlalleri görmezden gelir. Uluslararası insancıl hukuk ihlalleri nedeniyle çok az sayıda asker yargılanmış veya ceza almıştır. Bu zayıf nokta devlet dışı milisler ve silahlı gruplar konusunda daha da geçerlidir.
Aslında, uluslararası insancıl hukuk ihlallerinin çoğu, ani bir öfke, korku, intikam duygusu veya ani bir cinsel arzuyla bir kadına tecavüz etmek gibi nedenlerden dolayı askerler veya milis güçleri tarafından gerçekleştirilen eylemler değildir. Uluslararası insancıl hukuk normlarını ihlal eden askerler ve milis güçleri, komutanlarının emirleri doğrultusunda hareket etmektedir.
Bu nedenle, verilecek en sağlam yanıt askeri veya milis düzenini reddetmek için vicdani açıdan karşı çıkmaktır. Doğruyu yanlıştan ayıran o iç sesimiz ve doğru şeyleri yapmamızı cesaretlendiren vicdan, uluslararası insani hukukun savunmasını inşa edebileceğimiz değerdir. Adil olmayan düzenleri reddetmek için vicdanın korunması büyük bir görevdir ancak kanunlara dayanan bir dünya toplumuna ulaşmak için hayati bir adımdır.
Not* (1) Uluslararası insancıl hukuk ile ilgili yararlı çalışmalar için şunlara bakın:
D. Schindler ve J. Toman. The Laws of Armed Conflicts (Silahlı Çatışma Hukuku) (Martinus Nihjoff Publishers, 1988)
H. McCoubrey ve N.D. White. International Law and Armed Conflicts (Uluslararası Hukuk ve Silahlı Çatışmalar) (Dartmouth Publishing Co. 1992) [IDN-InDepthNews – 5 Kasım 2019]
Fotoğraf: 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1977’de kabul edilen Ek Protokolü. Kaynak: history.com